Boğaziçi’ni bir su yolu olarak; bir doğa ve kent parçası olarak yorumlamak, bir çırpıda ifadeye dökmek kolay değil. İşin içine topografya, tarih ve insan-çevre ilişkisi girince Boğaz’ın hangi unsurlarına değinilmesi gerektiği, bir bütünü sergileme hedefiyle yola çıkıldıysa, başta gelen bir sorun olarak her zaman belirmiştir. Böylesi anlarda bir veya birkaç yöne eğilmek, bütüne haksızlık; bütünü hakkıyla sergilemek ise çok zor, hatta yıldırıcı bir çabaya dönüşüverir.
Dr. Sedat Bornovalı’nın Boğaziçi’nin Tarih Atlası kitabı, mütevazı bir hacim içinde kalarak bütüne ulaşabilmiş nadir örneklerden. Mimariye ve sanata vâkıf olmadan yapılara, peyzaja ve bütünsel bir Boğaz karakterine yaklaşmak sonuçsuz kalırdı. Kitapta Boğaz hem tarih derinliği içinde bir sahne halinde hem de günümüzden kesitlerle, canlı örneklerle, ustaca canlandırılıyor. Yazar ayrıntıları titiz bir çalışmayla örüyor, açıklıyor ve en önemlisi bütüne ulaştırıyor. Yapılar, üsluplar içeriksiz kalmıyor; basit anlatımla verilen derin tarihsel fon Boğaziçi efsanesinin adım adım nasıl dokunduğunu aktarıyor.
Dr. Sedat Bornovalı’nın anlatımı bazılarını unuttuğumuz bazılarını ise arşivlerden, anılardan bizzat keşfettiği ve hiç bilinmeyen bu unsurları tarif etmek, varlığından bizleri haberdar etmekle sınırlı kalmıyor. Hepsinin arasındaki coğrafi ve tarihsel etkileşim âdeta satırlar ilerledikçe aralanan bir perdenin ardında beliriyor. Boğaz iki boyutlu güzel bir tablo gibi kalmıyor, gözümüzde üç boyutlu bir Boğaz maketi veya dekoru Boğaziçi olan bir tiyatro sahnesi canlanıyor. Zihnimizde her şey yerine yerleşiyor.
Derken mekânlarda oturan, yaşayan kişiler beliriyor; kimi tarihten, kimi bugünden. Başka bir ifadeyle, Bornovalı’nın Boğaz’ı donuk bir sahne değil. Aktörlerle neşelenen, hüzünlenen; senaryosu olan bir eser. Erguvanlarla, servilerle koyun koyuna yatan, geçmişin artık tükenmiş yaşamları bile sessizlikleriyle bu sahnede rol alıyor.