On iki yaşındaki Asım’ın çocukluğu tarlalarda, bağlarda, bahçelerde çalışarak geçer. Köyde doğan her çocuk bir çiftçidir çünkü. Çalışırken hep Ağaların, Beylerin ekinleriyle, ağaçlarıyla ilgilenmek zorunda olsa da kendine ait bir ağacı olmasını çok ister. Bir ağacı olursa onun gölgesinde dinlenecek, onunla konuşup ilgilenecek, gövdesine yaslanıp kitaplar okuyacak, üzüntüsünü ve mutluluğunu hep onunla paylaşacaktır. Sahipsiz, başıboş bir kuru ağaç gördüğünde ağacın durumuna üzülür. Bu ağacın bir zamanlar portakal ağacı olduğunu, nice meyveler verdiğini öğrendiğinde üzüntüsü çoğalır. Karar vermiştir, o ağaç artık
kendi ağacıdır ve onun yeniden yeşerebilmesi için elinden geleni yapacaktır.
Köyde bir maden ocağı yapılacağı haberi kulaktan kulağa yayılır. Çok geçmeden iş makineleri ve yabancı insanlar ortalıkta dolaşmaya başlar. Köyü çevreleyen nehrin kirleneceğini, ağaçların kesileceğini, ekinlerin zarar göreceğini düşünen köylüler maden ocağının yapımına karşı çıkar. Asım’ın portakal ağacı da kesilecek ağaçların arasındadır.
Şahmeran efsanesi, Yılan Kale’nin gizli hazinesi, gürül gürül akan Ceyhan Nehri, kıpkırmızı gelincik tarlaları, bereketli Çukurova toprakları, mis gibi portakal çiçeği kokan Adana sokakları…
Sevgisizliğin gölgesi altında çocukluğunu doyasıya yaşamaya çalışan Asım ne köye ne de kente ait olabilmenin huzursuzluğuyla geçiriyordu günlerini. Çukurova’nın uçsuz bucaksız tarlalarında çocukluğunun peşinden koştuğu sırada kendini kurumuş bir ağacı bahara cesaretlendirirken buluverdi. Yerel efsanelerin peşinden giderken, köyün futbol takımının kalesini korurken, altın madeni açmak için gelen iş makinelerine karşı köyün doğasını savunurken kalbinde hep sevgi vardı.
Özgür Balpınar, Çukurova bölgesinin yerel öğeleriyle bezenmiş yeni romanı Portakal Çiçekleri’nde ne olursa olsun hayallerinin peşinden koşmaya devam edenleri, içlerindeki gerçek hazineyi keşfedebilenleri, doğayı paraya üstün kılmak için mücadele edenleri gelincik tarlarının ve mis kokulu portakal çiçeği bahçelerinin içinden selamlıyor.
'Ah Gökyüzü! Sen ne şanslı bir çocuksun!” diye geçiriyordum içimden. 'Senin için sınırlar yok. Kurallar, yasaklar, cezalar hiç yok. Bugüne dek hiç kimse sana bir fiske bile vurmamıştır. Bulutlar, kuşlar, yıldızlar ve rüzgâr gibi güzel arkadaşların var. Birlikte ne güzel eğleniyorsunuzdur! Sana imreniyorum Gökyüzü! Hatta düpedüz seni kıskanıyorum. Zavallı hayatımı yukarıdan seyrederek durmaksızın gülüyorsundur. Ne kadar özgür ve mutlusun, hakkın var, gül gülebildiğin kadar!”
- 1970'li yıllarda Adana'da geçen ve gerçek yaşanmışlıklardan esinlenen bu hikaye, pastoral anlatımıyla, tarihe, köy yaşantısına, dönemin insan ilişkilerine ve olaylarına ışık tutuyor.
- Dostluk, hayallerinin peşinden gitmek, doğaya sahip çıkmak gibi temalar üzerine kurgulanmış sürükleyici bir anlatı.
- Özgür Balpınar'ın duyguları harekete geçiren kalemi, okurların eserdeki karakterlerin yaşamlarına, hayata dair bakışlarına, tutkularına, heveslerine, heyecanlarına ortak olmalarını sağlıyor.
21 Aralık 1989’da Adana’da doğdu. Yazma merakı çocuk yaşlarda başladı. Öğretmenlerinin de yönlendirmesiyle bu süreci ileriki dönemlere taşıdı. Üniversitedeyken pek çok dergide öyküleri yayımlandı ve bazı dergi oluşumlarında aktif olarak yer aldı. Üniversitenin son yılında ilk romanı Göğü Yere İndirelim’i tamamladı. Romanlarında, daha güzel bir dünyanın mümkün olabileceğini göstermek istiyor.
Yazarın Diğer Kitapları:
Göğü Yere İndirelim
Yeryüzünün Kalbi
Düşler Atlası
Canım Arkadaşım
Dünyayı Sırtında Taşıyan Balık