Tükendi
Gelince Haber Ver'YÖRÜK DEĞİRMENLER GİBİ DÖNERLER
EL ELE VERMİŞLER HAKK’A GİDERLER”
'Bir zikir meclisinde zikrullah ya kuûden yani oturularak, ya kıyamda, ayakta durularak yahut devrân edilerek yani dönülerek icrâ edilir. Bu üç farklı tavır aynı zamanda coğrafî ve kültürel üç farklı havzaya ve meşrebe işaret eder. Efendimiz (s.a.s.)'in teşrifi ile beraber ilk olarak Hicaz bölgesinde zuhûr eden meşrepler daha çok kuûden zikretmişler daha sonrasında Şam havzasına yayılan Kâdiriyye, Rifaiyye, Sadiyye gibi mektepler ise zikir cemiyetinde kıyam etmişlerdir. İslâm’ın nuru, Mâverâünnehir ve Anadolu topraklarına eriştiğinde ise devrânî tarîkler zuhûr etmiştir. İslâmî ilimler açısından dahi dinî bir delil olarak kabul edilen örfî farklılıklar bu çeşitliliğin zuhûrunda önemli bir etken olarak telakki edilmelidir.'
Keşkül dergisi, bu defa okuyucusunu âşıkların devrânına dâhil ediyor. Keşkül'ün 45. sayısında;
Prof. Dr. Süleyman Uludağ 'Zikir Risâlesi' başlıklı yazısında Fahr-i Kâinât Efendimiz'in ve cümle enbiyânın zikrinden başlayarak ashâb, tabiîn ve evliyâullah hazerâtının zikir âdâbını dikkat nazarlarımıza veriyor. Prof. Dr. Mustafa Kara, Üftâde Dergâhı'ndaki zikir meclislerini Üftâde Hazretleri'nin dilinden anlatıyor.
Kemal Sâil, 'Sadece 'Hû' De' başlıklı yazısıyla zikrin mâhiyetine, ârif zâtların ictihadları olan zikir şekillerinin kâinât ve insandaki karşılıklarına vurgu yapıyor.
Abdurrahman Şişman, 'Sûret-i Devrân ve Remizleri' başlıklı yazısıyla meydan-ı şerîfte yapılan her bir hareketin sırlarını anlatıyor.
Yüce Gümüş, 'Tekke mûsıkîsi, tür zenginliği ile araştırılmaya ve icrâ edilmeye muhtaç bir alan olarak karşımızda durmaktadır.' dediği yazısında usûl ilâhîlerinden örnekler sunuyor.
Belkıs Kılıçkaya'nın Kadızâdeler ve onlar gibi zâhir ulemâsının devrân ve semâ aleyhindeki çıkışlarına sûfî zâtların verdiği cevaplardan hareketle kaleme aldığı yazı ise bugüne ışık tutacak nitelikte.
Cümle mevcûdat devrandadır ve kâinatta devrânsız ve devr-i dâimsiz bir mahlûk yoktur. Bu hakîkati hal ve müşâhede ile bilen âşıklar devrân edegelmişlerdir.
Karabaş Velî Hazretleri'nin de buyurduğu gibi: 'Eğer benden deverânın sırlarını istersen, kimse Allah (c.c.)'a deverânsız ulaşmadı. Görmez misin? Kim Allah (c.c.)'ın şerefli kıldığı Ka'be'nin etrafında dönmez de farz ondan düşer.'
Keşkül, çok istifade edilecek bir sayıyla daha huzurlarınızda... Dervişlerin harman yeri olan meydan-ı şerîfte Hû sadâları yankılanıyor.
Ve Keşkül'ün duâsı: Meydanlardaki Hû sâdâları dervişânın kâse-i kalbinden kalplerimize dolsun. Evliyâullah hazerâtının sözlerini anlayanlardan olmaklığımız nasîb ü müyesser olsun.
Hayırlar fethola… Şerler def’ola… Meydanlar küşâd ola… Çerağlar rûşen ola… Sadırlar keşfola… Âşıklar vuslat bula… Hû…
'YÖRÜK DEĞİRMENLER GİBİ DÖNERLER
EL ELE VERMİŞLER HAKK’A GİDERLER”
'Bir zikir meclisinde zikrullah ya kuûden yani oturularak, ya kıyamda, ayakta durularak yahut devrân edilerek yani dönülerek icrâ edilir. Bu üç farklı tavır aynı zamanda coğrafî ve kültürel üç farklı havzaya ve meşrebe işaret eder. Efendimiz (s.a.s.)'in teşrifi ile beraber ilk olarak Hicaz bölgesinde zuhûr eden meşrepler daha çok kuûden zikretmişler daha sonrasında Şam havzasına yayılan Kâdiriyye, Rifaiyye, Sadiyye gibi mektepler ise zikir cemiyetinde kıyam etmişlerdir. İslâm’ın nuru, Mâverâünnehir ve Anadolu topraklarına eriştiğinde ise devrânî tarîkler zuhûr etmiştir. İslâmî ilimler açısından dahi dinî bir delil olarak kabul edilen örfî farklılıklar bu çeşitliliğin zuhûrunda önemli bir etken olarak telakki edilmelidir.'
Keşkül dergisi, bu defa okuyucusunu âşıkların devrânına dâhil ediyor. Keşkül'ün 45. sayısında;
Prof. Dr. Süleyman Uludağ 'Zikir Risâlesi' başlıklı yazısında Fahr-i Kâinât Efendimiz'in ve cümle enbiyânın zikrinden başlayarak ashâb, tabiîn ve evliyâullah hazerâtının zikir âdâbını dikkat nazarlarımıza veriyor. Prof. Dr. Mustafa Kara, Üftâde Dergâhı'ndaki zikir meclislerini Üftâde Hazretleri'nin dilinden anlatıyor.
Kemal Sâil, 'Sadece 'Hû' De' başlıklı yazısıyla zikrin mâhiyetine, ârif zâtların ictihadları olan zikir şekillerinin kâinât ve insandaki karşılıklarına vurgu yapıyor.
Abdurrahman Şişman, 'Sûret-i Devrân ve Remizleri' başlıklı yazısıyla meydan-ı şerîfte yapılan her bir hareketin sırlarını anlatıyor.
Yüce Gümüş, 'Tekke mûsıkîsi, tür zenginliği ile araştırılmaya ve icrâ edilmeye muhtaç bir alan olarak karşımızda durmaktadır.' dediği yazısında usûl ilâhîlerinden örnekler sunuyor.
Belkıs Kılıçkaya'nın Kadızâdeler ve onlar gibi zâhir ulemâsının devrân ve semâ aleyhindeki çıkışlarına sûfî zâtların verdiği cevaplardan hareketle kaleme aldığı yazı ise bugüne ışık tutacak nitelikte.
Cümle mevcûdat devrandadır ve kâinatta devrânsız ve devr-i dâimsiz bir mahlûk yoktur. Bu hakîkati hal ve müşâhede ile bilen âşıklar devrân edegelmişlerdir.
Karabaş Velî Hazretleri'nin de buyurduğu gibi: 'Eğer benden deverânın sırlarını istersen, kimse Allah (c.c.)'a deverânsız ulaşmadı. Görmez misin? Kim Allah (c.c.)'ın şerefli kıldığı Ka'be'nin etrafında dönmez de farz ondan düşer.'
Keşkül, çok istifade edilecek bir sayıyla daha huzurlarınızda... Dervişlerin harman yeri olan meydan-ı şerîfte Hû sadâları yankılanıyor.
Ve Keşkül'ün duâsı: Meydanlardaki Hû sâdâları dervişânın kâse-i kalbinden kalplerimize dolsun. Evliyâullah hazerâtının sözlerini anlayanlardan olmaklığımız nasîb ü müyesser olsun.
Hayırlar fethola… Şerler def’ola… Meydanlar küşâd ola… Çerağlar rûşen ola… Sadırlar keşfola… Âşıklar vuslat bula… Hû…
'YÖRÜK DEĞİRMENLER GİBİ DÖNERLER
EL ELE VERMİŞLER HAKK’A GİDERLER”
'Bir zikir meclisinde zikrullah ya kuûden yani oturularak, ya kıyamda, ayakta durularak yahut devrân edilerek yani dönülerek icrâ edilir. Bu üç farklı tavır aynı zamanda coğrafî ve kültürel üç farklı havzaya ve meşrebe işaret eder. Efendimiz (s.a.s.)'in teşrifi ile beraber ilk olarak Hicaz bölgesinde zuhûr eden meşrepler daha çok kuûden zikretmişler daha sonrasında Şam havzasına yayılan Kâdiriyye, Rifaiyye, Sadiyye gibi mektepler ise zikir cemiyetinde kıyam etmişlerdir. İslâm’ın nuru, Mâverâünnehir ve Anadolu topraklarına eriştiğinde ise devrânî tarîkler zuhûr etmiştir. İslâmî ilimler açısından dahi dinî bir delil olarak kabul edilen örfî farklılıklar bu çeşitliliğin zuhûrunda önemli bir etken olarak telakki edilmelidir.'
Keşkül dergisi, bu defa okuyucusunu âşıkların devrânına dâhil ediyor. Keşkül'ün 45. sayısında;
Prof. Dr. Süleyman Uludağ 'Zikir Risâlesi' başlıklı yazısında Fahr-i Kâinât Efendimiz'in ve cümle enbiyânın zikrinden başlayarak ashâb, tabiîn ve evliyâullah hazerâtının zikir âdâbını dikkat nazarlarımıza veriyor. Prof. Dr. Mustafa Kara, Üftâde Dergâhı'ndaki zikir meclislerini Üftâde Hazretleri'nin dilinden anlatıyor.
Kemal Sâil, 'Sadece 'Hû' De' başlıklı yazısıyla zikrin mâhiyetine, ârif zâtların ictihadları olan zikir şekillerinin kâinât ve insandaki karşılıklarına vurgu yapıyor.
Abdurrahman Şişman, 'Sûret-i Devrân ve Remizleri' başlıklı yazısıyla meydan-ı şerîfte yapılan her bir hareketin sırlarını anlatıyor.
Yüce Gümüş, 'Tekke mûsıkîsi, tür zenginliği ile araştırılmaya ve icrâ edilmeye muhtaç bir alan olarak karşımızda durmaktadır.' dediği yazısında usûl ilâhîlerinden örnekler sunuyor.
Belkıs Kılıçkaya'nın Kadızâdeler ve onlar gibi zâhir ulemâsının devrân ve semâ aleyhindeki çıkışlarına sûfî zâtların verdiği cevaplardan hareketle kaleme aldığı yazı ise bugüne ışık tutacak nitelikte.
Cümle mevcûdat devrandadır ve kâinatta devrânsız ve devr-i dâimsiz bir mahlûk yoktur. Bu hakîkati hal ve müşâhede ile bilen âşıklar devrân edegelmişlerdir.
Karabaş Velî Hazretleri'nin de buyurduğu gibi: 'Eğer benden deverânın sırlarını istersen, kimse Allah (c.c.)'a deverânsız ulaşmadı. Görmez misin? Kim Allah (c.c.)'ın şerefli kıldığı Ka'be'nin etrafında dönmez de farz ondan düşer.'
Keşkül, çok istifade edilecek bir sayıyla daha huzurlarınızda... Dervişlerin harman yeri olan meydan-ı şerîfte Hû sadâları yankılanıyor.
Ve Keşkül'ün duâsı: Meydanlardaki Hû sâdâları dervişânın kâse-i kalbinden kalplerimize dolsun. Evliyâullah hazerâtının sözlerini anlayanlardan olmaklığımız nasîb ü müyesser olsun.
Hayırlar fethola… Şerler def’ola… Meydanlar küşâd ola… Çerağlar rûşen ola… Sadırlar keşfola… Âşıklar vuslat bula… Hû…
'YÖRÜK DEĞİRMENLER GİBİ DÖNERLER
EL ELE VERMİŞLER HAKK’A GİDERLER”
'Bir zikir meclisinde zikrullah ya kuûden yani oturularak, ya kıyamda, ayakta durularak yahut devrân edilerek yani dönülerek icrâ edilir. Bu üç farklı tavır aynı zamanda coğrafî ve kültürel üç farklı havzaya ve meşrebe işaret eder. Efendimiz (s.a.s.)'in teşrifi ile beraber ilk olarak Hicaz bölgesinde zuhûr eden meşrepler daha çok kuûden zikretmişler daha sonrasında Şam havzasına yayılan Kâdiriyye, Rifaiyye, Sadiyye gibi mektepler ise zikir cemiyetinde kıyam etmişlerdir. İslâm’ın nuru, Mâverâünnehir ve Anadolu topraklarına eriştiğinde ise devrânî tarîkler zuhûr etmiştir. İslâmî ilimler açısından dahi dinî bir delil olarak kabul edilen örfî farklılıklar bu çeşitliliğin zuhûrunda önemli bir etken olarak telakki edilmelidir.'
Keşkül dergisi, bu defa okuyucusunu âşıkların devrânına dâhil ediyor. Keşkül'ün 45. sayısında;
Prof. Dr. Süleyman Uludağ 'Zikir Risâlesi' başlıklı yazısında Fahr-i Kâinât Efendimiz'in ve cümle enbiyânın zikrinden başlayarak ashâb, tabiîn ve evliyâullah hazerâtının zikir âdâbını dikkat nazarlarımıza veriyor. Prof. Dr. Mustafa Kara, Üftâde Dergâhı'ndaki zikir meclislerini Üftâde Hazretleri'nin dilinden anlatıyor.
Kemal Sâil, 'Sadece 'Hû' De' başlıklı yazısıyla zikrin mâhiyetine, ârif zâtların ictihadları olan zikir şekillerinin kâinât ve insandaki karşılıklarına vurgu yapıyor.
Abdurrahman Şişman, 'Sûret-i Devrân ve Remizleri' başlıklı yazısıyla meydan-ı şerîfte yapılan her bir hareketin sırlarını anlatıyor.
Yüce Gümüş, 'Tekke mûsıkîsi, tür zenginliği ile araştırılmaya ve icrâ edilmeye muhtaç bir alan olarak karşımızda durmaktadır.' dediği yazısında usûl ilâhîlerinden örnekler sunuyor.
Belkıs Kılıçkaya'nın Kadızâdeler ve onlar gibi zâhir ulemâsının devrân ve semâ aleyhindeki çıkışlarına sûfî zâtların verdiği cevaplardan hareketle kaleme aldığı yazı ise bugüne ışık tutacak nitelikte.
Cümle mevcûdat devrandadır ve kâinatta devrânsız ve devr-i dâimsiz bir mahlûk yoktur. Bu hakîkati hal ve müşâhede ile bilen âşıklar devrân edegelmişlerdir.
Karabaş Velî Hazretleri'nin de buyurduğu gibi: 'Eğer benden deverânın sırlarını istersen, kimse Allah (c.c.)'a deverânsız ulaşmadı. Görmez misin? Kim Allah (c.c.)'ın şerefli kıldığı Ka'be'nin etrafında dönmez de farz ondan düşer.'
Keşkül, çok istifade edilecek bir sayıyla daha huzurlarınızda... Dervişlerin harman yeri olan meydan-ı şerîfte Hû sadâları yankılanıyor.
Ve Keşkül'ün duâsı: Meydanlardaki Hû sâdâları dervişânın kâse-i kalbinden kalplerimize dolsun. Evliyâullah hazerâtının sözlerini anlayanlardan olmaklığımız nasîb ü müyesser olsun.
Hayırlar fethola… Şerler def’ola… Meydanlar küşâd ola… Çerağlar rûşen ola… Sadırlar keşfola… Âşıklar vuslat bula… Hû…
'YÖRÜK DEĞİRMENLER GİBİ DÖNERLER
EL ELE VERMİŞLER HAKK’A GİDERLER”
'Bir zikir meclisinde zikrullah ya kuûden yani oturularak, ya kıyamda, ayakta durularak yahut devrân edilerek yani dönülerek icrâ edilir. Bu üç farklı tavır aynı zamanda coğrafî ve kültürel üç farklı havzaya ve meşrebe işaret eder. Efendimiz (s.a.s.)'in teşrifi ile beraber ilk olarak Hicaz bölgesinde zuhûr eden meşrepler daha çok kuûden zikretmişler daha sonrasında Şam havzasına yayılan Kâdiriyye, Rifaiyye, Sadiyye gibi mektepler ise zikir cemiyetinde kıyam etmişlerdir. İslâm’ın nuru, Mâverâünnehir ve Anadolu topraklarına eriştiğinde ise devrânî tarîkler zuhûr etmiştir. İslâmî ilimler açısından dahi dinî bir delil olarak kabul edilen örfî farklılıklar bu çeşitliliğin zuhûrunda önemli bir etken olarak telakki edilmelidir.'
Keşkül dergisi, bu defa okuyucusunu âşıkların devrânına dâhil ediyor. Keşkül'ün 45. sayısında;
Prof. Dr. Süleyman Uludağ 'Zikir Risâlesi' başlıklı yazısında Fahr-i Kâinât Efendimiz'in ve cümle enbiyânın zikrinden başlayarak ashâb, tabiîn ve evliyâullah hazerâtının zikir âdâbını dikkat nazarlarımıza veriyor. Prof. Dr. Mustafa Kara, Üftâde Dergâhı'ndaki zikir meclislerini Üftâde Hazretleri'nin dilinden anlatıyor.
Kemal Sâil, 'Sadece 'Hû' De' başlıklı yazısıyla zikrin mâhiyetine, ârif zâtların ictihadları olan zikir şekillerinin kâinât ve insandaki karşılıklarına vurgu yapıyor.
Abdurrahman Şişman, 'Sûret-i Devrân ve Remizleri' başlıklı yazısıyla meydan-ı şerîfte yapılan her bir hareketin sırlarını anlatıyor.
Yüce Gümüş, 'Tekke mûsıkîsi, tür zenginliği ile araştırılmaya ve icrâ edilmeye muhtaç bir alan olarak karşımızda durmaktadır.' dediği yazısında usûl ilâhîlerinden örnekler sunuyor.
Belkıs Kılıçkaya'nın Kadızâdeler ve onlar gibi zâhir ulemâsının devrân ve semâ aleyhindeki çıkışlarına sûfî zâtların verdiği cevaplardan hareketle kaleme aldığı yazı ise bugüne ışık tutacak nitelikte.
Cümle mevcûdat devrandadır ve kâinatta devrânsız ve devr-i dâimsiz bir mahlûk yoktur. Bu hakîkati hal ve müşâhede ile bilen âşıklar devrân edegelmişlerdir.
Karabaş Velî Hazretleri'nin de buyurduğu gibi: 'Eğer benden deverânın sırlarını istersen, kimse Allah (c.c.)'a deverânsız ulaşmadı. Görmez misin? Kim Allah (c.c.)'ın şerefli kıldığı Ka'be'nin etrafında dönmez de farz ondan düşer.'
Keşkül, çok istifade edilecek bir sayıyla daha huzurlarınızda... Dervişlerin harman yeri olan meydan-ı şerîfte Hû sadâları yankılanıyor.
Ve Keşkül'ün duâsı: Meydanlardaki Hû sâdâları dervişânın kâse-i kalbinden kalplerimize dolsun. Evliyâullah hazerâtının sözlerini anlayanlardan olmaklığımız nasîb ü müyesser olsun.
Hayırlar fethola… Şerler def’ola… Meydanlar küşâd ola… Çerağlar rûşen ola… Sadırlar keşfola… Âşıklar vuslat bula… Hû…
'YÖRÜK DEĞİRMENLER GİBİ DÖNERLER
EL ELE VERMİŞLER HAKK’A GİDERLER”
'Bir zikir meclisinde zikrullah ya kuûden yani oturularak, ya kıyamda, ayakta durularak yahut devrân edilerek yani dönülerek icrâ edilir. Bu üç farklı tavır aynı zamanda coğrafî ve kültürel üç farklı havzaya ve meşrebe işaret eder. Efendimiz (s.a.s.)'in teşrifi ile beraber ilk olarak Hicaz bölgesinde zuhûr eden meşrepler daha çok kuûden zikretmişler daha sonrasında Şam havzasına yayılan Kâdiriyye, Rifaiyye, Sadiyye gibi mektepler ise zikir cemiyetinde kıyam etmişlerdir. İslâm’ın nuru, Mâverâünnehir ve Anadolu topraklarına eriştiğinde ise devrânî tarîkler zuhûr etmiştir. İslâmî ilimler açısından dahi dinî bir delil olarak kabul edilen örfî farklılıklar bu çeşitliliğin zuhûrunda önemli bir etken olarak telakki edilmelidir.'
Keşkül dergisi, bu defa okuyucusunu âşıkların devrânına dâhil ediyor. Keşkül'ün 45. sayısında;
Prof. Dr. Süleyman Uludağ 'Zikir Risâlesi' başlıklı yazısında Fahr-i Kâinât Efendimiz'in ve cümle enbiyânın zikrinden başlayarak ashâb, tabiîn ve evliyâullah hazerâtının zikir âdâbını dikkat nazarlarımıza veriyor. Prof. Dr. Mustafa Kara, Üftâde Dergâhı'ndaki zikir meclislerini Üftâde Hazretleri'nin dilinden anlatıyor.
Kemal Sâil, 'Sadece 'Hû' De' başlıklı yazısıyla zikrin mâhiyetine, ârif zâtların ictihadları olan zikir şekillerinin kâinât ve insandaki karşılıklarına vurgu yapıyor.
Abdurrahman Şişman, 'Sûret-i Devrân ve Remizleri' başlıklı yazısıyla meydan-ı şerîfte yapılan her bir hareketin sırlarını anlatıyor.
Yüce Gümüş, 'Tekke mûsıkîsi, tür zenginliği ile araştırılmaya ve icrâ edilmeye muhtaç bir alan olarak karşımızda durmaktadır.' dediği yazısında usûl ilâhîlerinden örnekler sunuyor.
Belkıs Kılıçkaya'nın Kadızâdeler ve onlar gibi zâhir ulemâsının devrân ve semâ aleyhindeki çıkışlarına sûfî zâtların verdiği cevaplardan hareketle kaleme aldığı yazı ise bugüne ışık tutacak nitelikte.
Cümle mevcûdat devrandadır ve kâinatta devrânsız ve devr-i dâimsiz bir mahlûk yoktur. Bu hakîkati hal ve müşâhede ile bilen âşıklar devrân edegelmişlerdir.
Karabaş Velî Hazretleri'nin de buyurduğu gibi: 'Eğer benden deverânın sırlarını istersen, kimse Allah (c.c.)'a deverânsız ulaşmadı. Görmez misin? Kim Allah (c.c.)'ın şerefli kıldığı Ka'be'nin etrafında dönmez de farz ondan düşer.'
Keşkül, çok istifade edilecek bir sayıyla daha huzurlarınızda... Dervişlerin harman yeri olan meydan-ı şerîfte Hû sadâları yankılanıyor.
Ve Keşkül'ün duâsı: Meydanlardaki Hû sâdâları dervişânın kâse-i kalbinden kalplerimize dolsun. Evliyâullah hazerâtının sözlerini anlayanlardan olmaklığımız nasîb ü müyesser olsun.
Hayırlar fethola… Şerler def’ola… Meydanlar küşâd ola… Çerağlar rûşen ola… Sadırlar keşfola… Âşıklar vuslat bula… Hû…